13 Temmuz 2015 Pazartesi

HİTLERİN GERÇEK GİZLİ TARİHİ

Almanya’da Hitler iktidarının yaşandığı dönem, Siyonistlerin birtakım gizli planlarını gerçekleştire­bilmeleri için önemli bir fırsat olmuştur. Her ikisi de ırkçı birer ideoloji olan Siyonizm ve Nazizm arasında gizli bir ittifak olduğu, pek çok tarih bilimci tarafından ele alınmış bir gerçektir. II. Dünya Savaşı sırasında bütün Avrupa’yı kasıp kavuran Hitler ve Nasyonal Sosyalist Parti, Almanya’da ilk ortaya çıktığı zaman henüz kimse tarafından tanınmaz ve kendilerine taraftar dahi bulamazken, önce ülkenin önde gelen Siyonist sanayicileri tarafından destek gördü. Krupp, I.G Farben ve diğer bazı Yahudi şirketlerin sahipleri 1929 yılında bu partiye girdiler: “Toplantıda bulunanlar arasında, bir gün içinde Nazi oluveren Krupp von Bohlen, I.G Farben’den Bosch ve Schnitzler ile Birleşik Çelik Kurumu’ndan Voegler vardı.” (Nazi İmparatorluğu, William Shirer, sf.304). Bu kişiler daha sonra partide, faşist görüşe sahip Hitler’i destekleyen sanayiciler arasına katıldılar ve Hitler’i partinin başına getirebilmek için çok büyük paralar harcamayı göze alıp, istediği zaman kullanabileceği özel bir harcama fonu oluşturdular. Hitler’i 1933 yılında Almanya’nın başına getiren genel seçimlerde ona büyük maddi destek sağlayanlar ve seçim kampanyasının yürütülmesinde en büyük rolü oynayanlar da aynı Siyonist finansörlerdi. Diğer yandan Yahudi bankerler de Hitler’e istediği zaman istediği miktarda maddi yardımda bulunuyorlardı. Özellikle uluslararası alanda çalışan Yahudi banker Warburg, aralarında Rockefeller’ın da bulunduğu Amerika’daki diğer Yahudi bankerler adına Hitler’le temasa geçmiş ve ona çok yüksek miktarda maddi destek sağlamıştı: “Warburg Almanya’ya geldiğinde Hitler’in danışmanlarıyla görüşmeler yaptı. Temsil ettiği Amerikalı finansörler adına Führer’e başa geçmesi için 10 milyon dolar vaat etti. Hitler, Wall Street’teki koruyucularıyla devamlı mektuplaşıyordu: ‘Hareketimiz Almanya’da büyük bir hızla gelişiyor. Bana gönderdiğiniz para bitti. Bir daha ki sefere ne kadar alabileceğimi bana bildirmenizi önemle rica ediyorum’. Hitler.” (La Haute Finance et les Revolutions, Henry Coston, sf.27) “Hitler’in bu ricası Yahudi bankerler tarafından karşılıksız bırakılmadı. Yapılan kısa bir toplantıdan sonra Nazilere 15 milyon dolarlık yeni bir yardımın yine Warburg aracılığıyla yapılması kararlaştırıldı.” (La Haute Finance et les Revolutions, Henry Coston, sf.29) Maddi yardımda bulunanların bir diğeri ise, dünya petrol pazarının en büyük dilimlerinden birini alan Royal Dutch Shell şirketinin sahibi Samuel Ailesi’ydi: “Hitler’in diğer bir destekçisi Samuel Ailesi’nce kurulan ‘Royal Dutch Shell’den Sir Henry Deterding’di. Oswald Dutch’ın yazdığına göre 1931′de Sir Henry Deterding ve destekçisi Samuel Ailesi, Hitler’e 30 milyon pound verdi.” (The World Order, A Study in the Hegemony of Parasitism, Eustace Mullins, sf.109) Yahudi sanayici ve bankerler Hitler’e sağladıkları büyük maddi destek ve bunun karşılığında elde ettikleri imtiyazlarla ülkenin gerçek hakimi durumuna gelmişlerdi: “Hitler paraya ihtiyacı olduğu zaman Alman Yahudisi finansör Siegmund Warburg ailesinden milyonlarca dolar alıyordu… Bu sırada Warburg gibi yüzlerce Yahudi banker aile, hakimiyetleri altına aldıkları ülkede zenginleştiler.” (Les Secrets de L’Empire Nietzschéen, Aron Monus, sf.614) Siyonistler Hitler’i maddi olarak desteklerken, aynı zamanda bu desteklerini Almanya’daki resmi örgütleri olan “Almanya Siyonist Federasyonu” vasıtasıyla da yazılı olarak Nazi Partisi’ne bildirmişlerdi. 21 Haziran 1933′de Federasyon’un Hitler’e gönderdiği destek mektubunda şu ifadelere yer veriliyordu: “Irk ilkesini hayata geçiren yeni (Nazi) devletin temelleri üzerinde kurulacak yapı içerisinde, bizler de, kendi topluluğumuza ayrılacak alanda baba yurdu (Fatherland) için elimizden gelen her türlü verimli faaliyeti sürdürmeyi umuyoruz…” (Zionism, Brenner, sf.48) Bu düşünce doğrultusunda Siyonistler ilk olarak o dönemde büyük ekonomik kriz içinde bulunan “Babayurdu” Almanya’yı tekrar canlandırmaya çalışmışlar ve “Dünya Siyonist Örgütü” vasıtasıyla Nazi mallarının Ortadoğu ve Kuzey Avrupa’da dağıtımcılığını yapmışlardır. (The Hidden History of Zionism, 1988, Ralph Schoenman, sf.51) II. Dünya Savaşı sırasında da Hitler’in en büyük destekçileri gene Siyonistler oldu. Yahudi şirketleri Hitler’in ihtiyaç duyduğu lojistik desteği büyük ölçüde sağladılar: “Hitler’i savaşa sokmak için ona top güllesi ve petrol konularında garanti vermek gerekiyordu. İsveç Enskilda Bankası’ndan Yahudi Jacob Wallenberg ‘SKK’ top güllesi üretim fabrikasını kontrol ediyordu ve Nazilere savaş boyunca gülle top mermisi sağladı. Rockefeller’in sahibi olduğu ‘Standard Oil’, Nazi gemilerine ve deniz altılarına İspanya ve Latin Amerika’daki istasyonlarıyla petrol sağladı. II. Dünya Savaşı başlamadan önce, ‘Ethyl-Standard’, 500 tonluk ethyl kurşununu Warburgların sahibi olduğu ‘I.G Farben’ aracılığıyla ‘Reich Hava Kuvvetleri Bakanlığı’na gönderdi ve ödeme 21 Eylül 1938 tarihli bir teminatla Brown Bros Harriman tarafından gerçekleşti.” (World Order, A Study in the hegemony of Parasitism, Eustace Mullins, sf.63) Hitler ise, Siyonistlerin kendisine verdikleri desteği şu ifadesiyle açıkça ortaya koyuyordu: “Yahudiler bana mücadelemde önemli katkılarda bulundular. Hareketimizde çok sayıda Yahudi beni mali olarak destekledi.” (Hitler m’a dit, Hermann Rauschning, sf. 265) Hitler ve Yahudi Göçü Siyonistlerin ırkçı ve faşist düşünceye sahip bir partiyi desteklemesi ilk anda çelişkili gibi görülebilir. Fakat, o dönemde Siyonist liderlerin ulaşmak istedikleri hedef dikkate alındığında, Nazilerin yaptıklarının Siyonist amaçlarla uyum içinde olduğu ortaya çıkmaktadır. Siyonistlerin o dönemde ulaşmak istedikleri hedef, Filistin’deki Yahudi nüfusunu artırmak ve böylelikle güçlü bir Yahudi Devleti kurmaktı. Bunun için dünyanın dört bir tarafında dağınık halde yaşayan Yahudilerin Filistin’e göç etmesi gerekiyordu. Fakat Siyonist lider Theodor Herzl’in yaptığı çağrılara Avrupa’da ve de özellikle Almanya’da yaşayan Yahudiler -iyi hayat standardına sahip olmaları nedeniyle- olumlu cevap vermemiş ve bu çağrıyı duymazlıktan gelmişlerdi. Bu durum karşısında Siyonist liderler, Filistin’e göçü sağlamak için, Almanya’nın Ari ırk dışındaki tüm unsurlardan temizlenmesi gerektiğini düşünen Hitler ile iş birliği yaptılar. İşte Siyonistlerin desteğiyle iş başına gelen Hitler ile Siyonistlerin en önemli ortak paydası buydu: Yahudilerin Almanya dışına çıkarılması. Yurtlarından çıkarılan Yahudilerin Filistin’e yönlendirilmesi ise Siyonistlerin sorumluluk alanıydı. “Naziler ve Siyonistler Yahudilerin Almanya’dan Filistin’e mallarının bir bölümüyle göç etmelerini sağlamak için beraber çalıştılar.” (Die Geschichte des Zionismus und des Staates Israel, Conor Cruise O’Brien, sf.130) Göç Anlaşması İmzalanıyor Filistin’de bir Yahudi Devleti’nin kurulabilmesi için öncelikle Hitler ile Siyonist liderler arasında bir anlaşma imzalandı: “Wilhelmstrasse’nin gizli arşivleri, Hitler İmparatorluğu ile Yahudi örgütleri arasında, Alman Yahudilerinin Filistin’e göçlerini kolaylaştırmak amacıyla bir anlaşma imzalandığını ortaya koymaktadır.” (Theodor Herzl, Paris 1960, A. Chouraqui, sf.225) “Hitler, antisemitik liderler olan Luger, Schönerer ve diğerlerinin taktiklerini kullandığı halde, politikada antisemitik işlemler uygulamaktan oldukça uzaktır.” (The Universal Jewish Encyclopedia, cilt 5, sf.400) Siyonistler ile Hitler arasındaki bu ittifakın temel dayanak noktası ideolojik benzerliklerdir. Nazizm de Siyonizm de ırk saflığını savunmaktadır. Hitler’in Ari ırkı oluşturmak için yaptığı çalışmalarda, Yahudileri Alman toplumunun dışına itmesi, Siyonistler tarafından anlaşılması hiç de zor olmayan bir tutumdur. Çünkü Siyonistler de Yahudilerin üstün bir ırk olduğu ve diğer ırklarla karışmamaları gerektiği iddiasındadırlar. Bu durumda, Siyonistler için –kendi planlarına göre- Hitler’in politikaları karşısında yapılması gereken en akılcı hareket, minimum zarar ile maksimum fayda sağlamaktır. Bu da, bir yandan Hitler’i desteklemekle, bir yandan da Almanya’da yaşayan Yahudileri Hitler’in zulmünden koruyabilmek için hızlı bir şekilde Filistin’e ulaştırabilmekle mümkündür. Siyonizm Sempatizanı Nazi Subayı: Reinhart Heydrich Gestapo şefi Heydrich, Nazilerin Siyonist ideolojiye duydukları sempatiyi, Siyonistlere seslenen şu mesajıyla açıkça ortaya koymuştu: “Kendilerine iyi dileklerimizle birlikte resmi desteğimizi de sunuyoruz.” (Zionism, Brenner, sf.85) Reinhart Heydrich, SS’lerin Das Schwarze Korps adlı resmi yayın organında Siyonizmi öven bir yazı yazdı. Heydrich, Yahudiler arasında iki temel grup (asimilasyonistler ve Siyonistler) olduğunu ve Siyonistlerin de kendileri gibi ırk düşüncesine sahip olduğunu yazıyordu. Ona göre asimilasyonistler tehlikeliydi, ama Siyonistlerle iş birliği yapmak çok makuldü. Yazısının sonunda Yahudi kafadarlarına duygusal mesajlar vermişti: “Filistin’in binlerce yıldır hasret olduğu kızlarına ve oğullarına kavuşacağı zaman uzak değildir. Onlara tüm iyi dileklerimizle birlikte resmi desteğimizi de sunuyoruz.” Ancak savaş yıllarının başlaması ile birlikte tüm Almanya’daki ve Avrupa’daki Yahudiler arasında büyük bir korku başladı. Milyonlarca masum Yahudiİ çocuk, kadın, genç, ihtiyar ayırımı yapılmadan korkunç bir soykırıma maruz kaldı. Dünya tarihinin en büyük katliamlarından biri olan bu vahşet, yaklaşık 6 milyon masum Yahudinin hayatına mal oldu. Kurtulabilen Yahudilerin bir kısmı Filistin topraklarına bir kısmı da ABD gibi diğer ülkelere göç etti. Ne var ki, Filistin’de bir Yahudi Devleti kurmak için Nazi Almanyası ile kirli bir iş birliği yapan Siyonistler, Soykırım yıllarında bile Nazilerle dirsek temasını korumuşlar, dahası Yahudilerin Nazi zulmünden kurtarılması için en ufak bir girişimde bulunmamışlardır. Bu, tarihsel kanıtlarla belgelenmiş bir gerçektir. Amerikalı Yahudi tarihçi Lenni Brenner, “Zionism in the Age of Dictators” adlı kitabında, II. Dünya Savaşı sırasında asimilasyonist Yahudi organizasyonlarının Nazi işgali altındaki ülkelerdeki Yahudileri kurtarmak için ellerinden gelen herşeyi yaptıklarını yazar. Ancak, Brenner’ın özellikle vurguladığı gibi, Siyonistler Naziler’in elindeki Yahudilerin kurtarılması konusu ile hiç ilgilenmemişler, hatta bu konudaki çabaların bir kısımını engellemişlerdir. Brenner, WZO’nun (Dünya Siyonist Örgütü) bu konudaki tepkisizliği karşısında, pek çok Yahudinin “Avrupalı kardeşlerimiz katledilirken, siz nasıl buna sırt çevirebilirsiniz?” mantığı ile isyan ettiğini yazar. (Zionism in the Age of Dictators: A Reappraisal, Lenni Brenner, Chicago, 1983, s. 233) Polonyalı Siyonist lider İzak Gruenbaum, bu konuda Siyonistlere yöneltilen suçlamaları ve kendilerinin cevabını 1943′teki bir yazısında şöyle anlatır: “Şu içinde bulunduğumuz dönemde, Eretz İsrail’de bazı yorumlar yapılıyor. Bize, ‘Eretz İsrail’i (İsrail topraklarını) şu zor günümüzde öncelikli hedef yapmayın, Yahudiler yok edilirken yalnızca Filistin ile ilgilenmeyin’ diyorlar. Ben bunu kabul etmiyorum. Ve insanlar bize ‘Keren Hayesod’dan (Filistin’deki Siyonist fon) Avrupalı Yahudileri kurtarmak için para ayıramaz mısınız?’ diye soruyorlar. Ben de ‘hayır’ diyorum. Tekrar ediyorum, ‘hayır’… Bence Siyonist hareketi ikinci sıraya koymaya çalışan bu eğilime karşı çıkmalıyız. Ve bu yüzden insanlar bize ‘antisemit’ diyorlar, Yahudileri kurtarma işlerine öncelik tanımadığımız için.” (Zionism in the Age of Dictators: A Reappraisal, Lenni Brenner, Chicago, 1983, s. 234) Adolf Eichmann’ın Kontrolünde Filistin’e Göç Siyonistler ile Naziler arasındaki görüşmelerin bir neticesi olarak, Yahudilerin Almanya’dan çıkarılmaları Siyonistlerin denetiminde gerçekleştiriliyordu. Hitler, Yahudilerin Filistin topraklarına güvenli ve düzen içinde göç edebilmesi için bu işin başına Adolf Eichmann’ı getirdi. (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.6) “1938 Martı’nda Avusturya’nın fethiyle beraber Eichmann, Yahudi göçünü ilerletmek üzere oraya gönderildi. Kendisini Yahudilerin göç politikasına adadı. Viyana’da kurduğu Yahudi göç merkezi çok başarılıydı.” (Encyclopedia Judaica, cilt 6, sf.517-518) Eichmann, düzenlediği göç operasyonunun, Siyonist çıkarlar doğrultusunda yürütüldüğünü şu ifadeleriyle açıkça ortaya koymuştu: “Zihnimde tasarladığım çözüm, Yahudilerin ayaklarının altına katı, taze toprak koymak. Böylece kendilerine, sadece kendilerine ait toprakları olacak. Ben böyle bir çözüme memnuniyetle katılırım.” (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.51) “Benim kişisel çabam Yahudilere toprak ve vatan sağlamak.” (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.45) Eichmann, Yahudilerin göçünü sadece Viyana’da değil, Avrupa’nın diğer yerlerinde de organize etti. Macaristan’daki Yahudilerin göçünü sağlamak için Dr. Rudolf Kostner adındaki Yahudiyle iş birliği yaparak onunla bir göç anlaşması imzaladı: “Eichmann’ın karşılaştığı Yahudiler arasında onun müthiş idealist diye söz ettiği Dr. Rudolf Kostner vardı. Onunla, Yahudilerin Macaristan’dan göç etmeleri için anlaşma imzaladı. Eichmann binlerce Yahudinin kanunsuz olarak Filistin’e göç etmesini sağladı.” (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.37) Eichmann 1939 yılında Çekoslavakya’nın Prag şehrinde bir başka Yahudi göç bürosu kurdu. Göç için yaptığı çalışmaları sadece kendi kurduğu göç merkezleriyle bırakmayan Eichmann, aynı zamanda soydaşı olan Heydrich’le de iş birliği yaparak Yahudilerin Filistin’e göçünü hızlandırmaya çalışıyordu: Eichmann, 1941 yılına kadar yasal yollardan 250 bin Alman Yahudisinin Filistin topraklarına yerleşmesini sağladı. (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.54) Hitler’in “Satanist” Locası: Thule Hitler’in bir diğer ilginç yönü de, “Thule” adındaki kara büyü konusunda yoğunlaşmış olan mason locasına girip burada büyü ve büyücülük konuları ile ilgilenmiş olmasıydı: “Hitler, yalnızca yüksek dereceli masonların alındığı Kabala ile ilgilenen ‘Thule’ Mason Locasına kayıtlıdır.” (Modern Magick, Donald Michael Kraig, sf.33) “Sebottendorf, yazdığı kitapta ‘Hitler’den önce ben vardım’ diyordu. Hitler’in ilk kez kendilerine- ‘Thule’ ye geldiğini ve burada eğitildiğini açıkladıktan sonra, Hitler’in, Thule’nin aristokrat olmayan Almanlara açık olan yan örgütü Alman İşçi Partisi’ne, sonra da Thule’nin üyesi ve görevlisi Karl Harrer tarafından kurulmuş olan Münih’teki Alman Sosyalist Partisi’ne üye yapıldığını açıkladı.” (Hitler’den Önce Hitler’den Sonra, Aytunç Altındal, Cumhuriyet, 1 Aralık 1992) Hitler bu büyü örgütünde aldığı bilgiler doğrultusunda “nasyonal sosyalizm” düşüncesini oluşturmuş ve Nasyonal Sosyalist Parti de bu örgütün ön ayak olmasıyla kurulmuştu: “Hitler’in ünlü Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP), 1920′de, Thule tarafından başlatılan çabalarla kuruldu.” (Hitler’den Önce Hitler’den Sonra, Aytunç Altındal, Cumhuriyet, 1 Aralık 1992) Nitekim, “Thule”nin amblemi olan “Gamalı Haç” partinin de amblemi olarak kullanılmıştır: “Thule’nin amblemi, yukarıda da belirtildiği gibi, Gamalı Haç’tı.” (Hitler’den Önce Hitler’den Sonra, Aytunç Altındal, Cumhuriyet, 1 Aralık 1992) Hitler siyasi hayatının ilk yıllarında uluslararası Siyonist finansörler dışında “Thule” locasının da desteğini görmüştü: “Adolf Hitler, 1919′da Alman İşçi Partisi’ne katıldı, çünkü etkin bir Alman topluluğunun, aristokratların ve finansçıların oluşturduğu ‘Thule Locası’ tarafından desteklenmişti. J.H. Stein Bankasının sahibi ve Polonya bankacılarının ortağı olan Baron Kurt Von Schroder, Herrenklub’ün üyesi ve aynı zamanda Almanya’nın en etkin grubu ‘Thule’ Locası’nın lideriydi. ‘Thule’, 1919′da Hitler’in işini başlatmıştı. Schroder, tüm ITT’lerin ve Alman yan kuruluşlarının yöneticisiydi, SS Kıdemli Grup Lideri, Deutsche Reichsbank ve diğer yüksek seviyede yöneticilikleri vardı. Hitler’in yardımcısı Walter Funk, Schroder’le görüşerek uluslararası bankacılarla ilgili sorularda Hitler’in gerçek görüşlerini tartışıyordu. Funk, Schroder’i tatmin etmeyi başarıyordu ve böylece Nazi Partisi’ne finansal destek devam etti. 4 Ocak 1933′te Hitler, Baron Kurt Von Schroder ile, Cologne’deki evinde buluştu. Schroder, Hitler’e onu Almanya’nın Başbakanı yapmak için gerekli fonu sağlayacağına dair garanti verdi. Schroder’in J.H. Stein Bankası Hitler rejimi boyunca iş anlaşmalarına dahil olan bankaydı.” (The World Order, A Study in the hegemony of parasitism, Eustace Mullins, sf. 107-108) “Hitler için toplanan endüstriyel yardımlar Schroder Bank’a yatırılıyordu.” (The World Order, A Study in the hegemony of parasitism, Eustace Mullins, sf. 63) Nazilerin Karanlık Yönleri Siyonistlerin, tarihin çeşitli döneminde iş birliği yaptıkları, kullandıkları kişi ve örgütler olmuştur. Naziler bunlardan yalnızca birisidir. Masonluk ve alt-üst örgütlenmeleri de Siyonistlerin yakın dostları arasındadırlar. Fakat bu kişi ve örgütler genelde bazı ilginç özelliklere sahiptir. Para hırsı, zalimlik, ikiyüzlülük gibi özelliklerin yanında bazılarının cinsel sapıklıkları da oldukça ünlüdür. Nazilerin arasında homoseksüelliğin son derece yaygın olması, bu durumun en çarpıcı örneklerinden biridir: ADOLF HITLER: Hitler hastalıklı ruha sahip bir liderdi. Tarihin en dengesiz diktatörlerinden biri olan Hitler’in buna rağmen kitleleri ardından sürükleyebilmesinin en önemli nedenlerinden birisi ise, cahil kitleleri galeyana getirebilecek bir üslup ve stil kullanmasıydı. Halka yaptığı en önemli telkinlerden biri ise, kendisinin adeta insan üstü bir varlık olduğu idi. Mussolini’nin hayatını ele aldığımız bölümde gördüğümüz, faşist liderlerin kendilerini sözde birer ilahmış gibi gösterme çabası, Hitler’de de yoğun olarak görülmekteydi: “Açıkça görüldüğü gibi, Hitler kendisinin, Almanya’ya kurtarıcı olarak, insan üstü bir varlık gibi, özel bir görevle yükümlü olduğuna inanmaktadır.” (Hitler Melek mi, Şeytan mı?, Walter C. Langer, sf.16) Hitler yaptığı toplantılarda da bu özelliğini ön plana çıkarıyor ve insanlar üzerinde bu şekilde hakimiyet kurmaya çalışıyordu: “Bütün bu toplantılar, doğaüstü ve dinsel bir hava yaratmayı amaçlıyordu, Hitler’in toplantı yerine girişi sözde bir ilah edası taşıyordu.” (Hitler Melek mi, Şeytan mı?, sf.41) Bu yönüyle insanları etkilemekte o kadar başarılı olmuştu ki, halk artık onu insan üstü bir varlık gibi görmeye başlamış ve tüm iradenin Hitler’e ait olduğu sapkınlığına inanmıştı. Hitler’in Hava Kuvvetleri Komutanı olan Goering’in şu ifadesi bu durumu en çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır “Vicdansızım ben. Benim vicdanım Adolf Hitler’dir.” (Hitler Melek mi, Şeytan mı?, sf.52) Hitler’in içinde bulunduğu bu “üstün insan” olma sapkınlığı onda şiddete dayalı bir ruhun yansımasına da yol açtı: “Barbarlık, onur dolu bir sıfattır. Bu nedenle, tam anlamıyla barbar olmak istiyoruz.” (Cumhuriyet, 26 Kasım 1992, sf.12, Hitler’den Önce Hitler’den Sonra, Aytunç Altındal)  Hitler’in özel hayatı da birçok sapkınlıkla doluydu. Üst düzey Nazilerin çoğunda bulunan özelliklerden biri olan homoseksüellik Hitler’in de “alışkanlık”larındandı. Hitler gençliğinden itibaren bu tür bir kimliğe sahip olmuş ve gençlik yıllarında homoseksüellerle beraber yaşamıştı. Bu dönemde geçimini eşcinsel ilişkiler için kendisini kiralayarak sağladığına dair polis kayıtlarında çeşitli bilgiler yer almaktaydı: “İşte bu günlerde, üstelik eşcinsel ilişkiler için kendilerini kiralayan insanların kaldığı bir otelde kalıyor ve belki de bu nedenle polis kayıtlarına, bir ‘cinsel sapık’ olarak geçiyordu.” (Hitler Melek mi, Şeytan mı?, Walter C. Langer, sf.172) Genel olarak bütün yakın korumalarını homoseksüel olan kişilerden seçmiş ve aynı zamanda kendisine homoseksüel eşler de edinmişti. Hitler, bu sapık ilişkilerinin, homoseksüelliğinin bilinmesinden hiç rahatsızlık duymuyor ve eşcinsel oluşunu gizlemeyip eşcinsellerin kendi aralarında kullandıkları bir ismi kullanıyordu: “Hitler’in normal kişilerden çok, eşcinsellerin yanında rahat ettiği doğrudur. Strasser’ın belirttiğine göre, kişisel korumalarının hepsi eşcinseldir. Rauschning, Hitler’in eşcinsel eşi olduklarını söyleyen iki oğlana rastladığını belirtmiştir. Hitler’in, eşcinsellerin, arkadaşları için kullandıkları “Bubi” adını kullandığı büyük bir olasılıkla doğrudur.” (Hitler Melek mi, Şeytan mı?, Walter C. Langer, sf.164) ERNST ROEHM: Roehm, “Hücum Kıtaları” adı verilen ve ülkede çok büyük ağırlığı olan SA’ların lideridir. Aynı zamanda Hitler’in de en yakın çalışma arkadaşlarındandır. Nazilerin birçoğunda var olan özellik, Roehm için de geçerlidir: “Roehm ilk Nazilerin birçoğu gibi bir homoseksüeldi.” (Nazi İmparatorluğu, William L. Shirer, sf.75) Nazilerde homoseksüelliğin normal bir anlayış olarak halka benimsetilmesi adeta bir devlet politikası haline getirilmişti. Özellikle Roehm bunu topluma yerleştirebilmek için etkin bir şekilde faaliyet gösteriyordu: “Roehm, homoseksüelliği yeni ahlakın tabanı olarak tavsiye ediyordu. Tartışmalara yeni bir açı getirerek homoseksüelliği halka açık olan yerlerde teşhir ediyordu.” (Hitler’s Elite, Louis L. Snyder, sf.63) Hitler de aynı çarpık ahlak anlayışını savunduğundan dolayı halkın yoğun tepkilerine rağmen Roehm’ün bu yöndeki faaliyetlerine her zaman destek vermiş ve onu savunmuştur: “Roehm’ün özel yaşamı beni ilgilendirmez, ben ona mutlak olarak inanıyorum.” (I Knew Hitler, Ludecke, sf.477-478) Roehm homoseksüellik gibi bir sapkınlığı, halka, insanda muhakkak bulunması gereken, insanı yücelten bir özellik gibi göstermeye çalışıyor ve homoseksüel olmayanları aşağılayıp onları hor görüyordu: “Homoseksüelleri süper insanlar olarak görüyordu. Çünkü ona göre homoseksüeller insanların en cesur olanlarıydı. Homoseksüelliğiyle övünüyordu. Hatta gurur duyuyordu. Normal – namuslu- insanlardan kendini ve homoseksüel arkadaşlarını daha iyi görüyordu.” (Hitler’s Elite, Louis L. Snyder, sf.63) PAUL JOSEPH GOEBBELS: Hitler’in propagandadan sorumlu bakanıdır. “Hitler’in Propaganda Bakanı iken, Der Angriff (Hücum) adını verdiği Siyonizmi öven on iki bölümlük bir rapor yazmıştır.” (The Hidden History of Zionism, Socialist Action, Ralph Schoenman, sf.51) HERMANN WILHELM GOERING: SA liderliği ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapmış olan Alman mareşalidir. “Goering, tüm hayatı boyunca uyuşturucu bağımlısı olarak yaşamış ve birçok kere tedavi olabilmek için hastanelerde yatmıştır. “ (NSDAP: The Party, sf.60) “Goering, uyuşturucu bağımlılığının yanı sıra aynı zamanda bir homoseksüeldir. Devamlı kadınsı, egzotik kıyafetler giymiş ve bundan büyük haz duyduğunu belirtmiştir.” (NSDAP: The Party, sf.61) JULIUS STREICHER: “Nazilerin siyaset adamıdır. En büyük merakı pornografidir.” (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.27) Aynı zamanda sadizme düşkün olmasıyla da ünlüdür: “Sürekli kırbaç taşır ve kızdığı insanları kırbaçlardı. Kırbaçlayarak öldürdüğü insanları gülerek anlatırdı.” (Çağdaş Liderler Ansiklopedisi, cilt 3, sf.863) FREIHERR WERNER VON FRITSCH: Hitler’in Kara Kuvvetleri Komutanı’dır. “Homoseksüel ilişki sırasında yakalanmış ve Askeri Mahkeme’de yargılanmıştır.” (Nazi İmparatorluğu, William L. Shirer, cilt 1, sf.497-554) Naziler’in Sokak gücü: SA (Sturm Abteilung) Hitler’in “Kahverengi Gömleklileri” ya da diğer adıyla “SA”ları, faşist yapıyı tam anlamıyla uygulayan bir örgüt oldu. Almanca “Sturm Abteilung” (Fırtına Kıtaları) ismini taşıyan SA’lar, faşizmin temel karakterine uygun olarak, kültürsüz, kabadayı karakterine sahip, zalim, acımasız hatta sadist insanlardan seçiliyordu: “SA’lar işsiz insanlardan, sokak eşkiyalarından, katillerden oluşuyordu.” (The Life and Death of Adolf Hitler, Robert Payne, sf.205) “SA, Hitler tarafından, 1921′de Münih’de kuruldu. Örgütsel dayanağı, yeni gelişen Nazi hareketinin saflarına katılmış serserilerdi.” (Ana Britannica, cilt 18, sf.564) “Başlangıçta SA üyelerinin çoğu, Weimar Cumhuriyeti’nin ilk günlerinde solculara karşı çarpışan eski askerlerin oluşturduğu silahlı çapulcu gruplardan (Freikorps) geliyordu.” (Ana Britannica, cilt 18, sf.564) SA’lar, Hitler’in fedaileri olarak hareket etmeye başladılar. Karşıt görüşlü politik gruplara saldırılar düzenliyorlardı: “Hitler, SA’ların ordu disiplininden uzak olmalarını istiyordu. Onlar ‘kanun tanımayan şok örgütleriydi!’ Amaçları politikti; politik toplantıları bölüyorlar, Hitler’in korumaları olarak görev yapıyorlardı.” (The Life and Death of Adolf Hitler, Robert Payne, sf.168) “SA kolları terörist metodları kullanarak kalıcı bir seçim kampanyası yürütmek ve böylece hafif bir direnç gösteren demokrat muhalefeti zayıflatmak üzere tasarlanmıştı.” (The Order of Death’s Head, Heinz Höhne, sf.62) “Üyeleri Mussolini’nin Kara Gömlekliler’ine benzer biçimde kahverengi üniformalar giyen SA, parti toplantılarını koruma, Nazi gösterilerinde önde yürüme ve siyasal karşıtlara fiziksel saldırıda bulunma gibi görevler üstlendi. Hitler’in 1923′teki başarısız Birahane Darbesi’nin ardından geçici olarak dağıldıysa da, 1925′de yeniden örgütlendi ve kısa sürede şiddet yöntemlerini yeniden uygulayarak genel ve yerel seçimlerde seçmenlere gözdağı vermeye başladı.” (Ana Britanica, sf.564) Çoğunluğu ruhsal dengesizlik içinde bulunan SA üyeleri liderlerine karşı anlaşılması zor bir bağlılık içindeydiler. Liderlerine büyük bir sadakatleri vardı: “Kahverengi Gömlekliler, Hitler’i ruhani liderleri olarak görüp, sadakat gösteriyorlardı.” (All The Revolutions Devour Their Own Children, sf.329) “Pfeffer Von Salomon, ‘Yüce SA lideri’ olarak isimlendirildi, ve Almanya’daki tüm SA’ların komutanlığına getirildi.” (The Life and Death of Adolf Hitler, Robert Payne, sf.25) SA’ların yöntemi ise, tüm faşist örgütlenmelerde olduğu gibi terör ve işkence oldu. Sadist, zalim, insanlara acı vermekten hoşlanan bu güruh, pek çok baskı operasyonunda kullanıldı. SA’ların işkence yuvalarında ise akıl almaz vahşetler yaşanıyordu: “Hitler’in yanında çalışanlardan birinin ifadesine göre, Berlin’de SA karargahı Hedemannstrasse’nin dördüncü katında gizli bir SA işkence odası bulunuyordu. Bulduğumuzda insanlar açlıktan yarı ölmüş durumdaydılar. İtiraf ettirmek için günlerce dar dolaplarda tutuluyorlardı, ’sorguya çekme, ya dövmekten ya da demir sopalarla ve kırbaçlarla aşağılanmaktan ibaretti’ dedi. İçeri girdiğimizde bu yaşayan iskeletler pis kamışlar üzerinde iltihaplı yaralarıyla yan yana yatıyorlardı.” (Encyclopedia Judaica, cilt 4, sf.714) Hitler’in Faşist Ordusu: SS (Schutz Staffel) Nazilerin iktidara gelmesinde önemli rol oynayan SA’ların yanı sıra, Hitler, 1925′de kendisini korumakla görevli küçük bir birlik kurdu. Schutz Staffel, “Koruyucu Kademe” olarak adlandırılan bu örgüt kısaca “SS” olarak anılmaya başladı. Başlangıçta SA’lardan daha güçsüz bir örgüt olan SS’lerin başına geçen Heinrich Himmler, kurulduğunda 300 kişiden oluşan bu örgütü, Nazilerin iktidara geldiği 1933′e dek 50.000 kişiye çıkardı. SA’lara göre ordu disiplinine daha yakın olan SS’ler zamanla SA’dan daha gözde hale geldiler. SA’ların disiplinsiz ve kontrolü güçleşen yapısı, Siyonist lobilerinin, daha disiplinli ve “kesin itaatli” olan SS’leri tercih etmelerine yol açtı. Böylece SS’ler, Almanya’nın en büyük gücü haline geldiler. Doğrudan Hitler’e bağlı olan örgüt, faşist hedeflere uygun eylemlere girişti. Örgütün başındaki Heinrich Himmler, faşist felsefenin sadık uygulayıcılardan biriydi. “Fanatik bir ırkçı olan Himmler, örgüte adayları, toplumun hangi kesiminden geldiklerine bakmaksızın, fiziksel kusursuzluk ve ırksal saflık ölçütlerine göre değerlendirerek kabul ediyordu. Parlak, siyah üniformaları ve özel nişanlarıyla (şimşeğe benzetilmiş rünik S harfleri, kurukafalı pazıbentler ve gümüş kamalar) SS’ler kendilerini, başlangıçta üstlerinde olan kahverengi gömlekli SA’lardan da (Sturmabteilung: Fırtına Kıtası) üstün sayıyorlardı.” (Ana Britannica, cilt 20, sf.9) Himmler, kendisine baş yardımcı olarak da Reinhard Heydrich’i seçmişti. “Himmler ve başyardımcısı Reinhard Heydrich, Almanya’nın tüm polis kuvvetleri üzerinde denetim sağlayıp, örgütün sorumluluk ve etkinlik alanını genişleterek SS’lerin gücünü pekiştirdiler. Ayrıca özel askeri SS birimleri düzenli ordu sistemi içinde eğitildiler ve silahlandılar.” (Ana Britannica, cilt 20, sf.9) BİROL ASLAN BAYRAK PİRAHMETLİ KÖYÜ TAŞKÖPRÜ KASTAMONU ( Alıntıdır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder